Osmanlı Kitap Kültürüne Dair Deneysel Bir Örnek: Kitap İsimleriyle Yazılmış Bir Mektup

Öğr. Gör. Dr. Şeyma Benli 2024-09-25

Osmanlı Kitap Kültürüne Dair Deneysel Bir Örnek: Kitap İsimleriyle Yazılmış Bir Mektup

Öz 

Klasikleşmiş, dolayısıyla belli kurallara, şablonlara sahip olan Osmanlı edebiyatında şair ve münşiler bu sınırlar içinde özgünlüğü yakalama gayretinde olmuşlardır. Zaman zaman dil malzemesini alışılmışın dışında kullanarak yeni içerikler, üsluplar ve teknikler geliştirmişlerdir. Deneysel edebiyat olarak adlandırılabilecek bu girişimler Osmanlı edebiyatına zenginlik ve hareket katan unsurlardandır. Bu makale, şekil olarak klasik döneme has mektup özelliği taşıyan, ancak baştan sona kitap isimleri ve nispeten daha az olmak üzere ilmî terimlerle inşa edilmiş bir mektubu ortaya çıkararak Osmanlı edebiyatının deneysel ürünlerine yeni bir örnek kazandırmayı amaçlamaktadır. İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi NEKTY09652 numarada Münşeat Mecmuası adıyla kayıtlı nüshada bulunan mektubun yazarı ve muhatabı belli değildir. Fakat zikrettiği eserlerden hareketle en erken 18. yüzyılda yazıldığı anlaşılmaktadır. Bu şekilde kitap isimleri ile yazılmış şiirler veya ilmî terimlerle yazılmış mektup örnekleri bulunmakla birlikte hem kitap isimleri hem de ilmî terimleri barındıran mektup örneğine ilk kez tesadüf edilmiştir. Makalede mektubun çeviriyazımı ve modern Türkçeye çevirisi verilmiş, kitap isimleri ve terimlerin dökümü yapılmış ve yazıldığı dönemin kitap kültürüne dair bu mektubun neler söylediği tartışılmıştır. 

Giriş

Hemen her konunun çok çeşitli şekil ve üslupla yazılabildiği bir alan sunan edebiyatta kimi sanatçılar kendilerine bazı sınırlar çizerek işleri daha da zorlaştırmış, adeta hüner sahasında meydan okumuşlardır. Deneysel edebiyat olarak adlandırılan bu girişimin erken modern dönemde adı konulmamış örneklerine rastlanabilmekteyse de bir edebî akım olarak 1960 yılı Fransa’sında ortaya çıktığı bilinmektedir. Dursun Ali Tökel ise Deneysel Edebiyat Yönüyle Divan Şiiri adlı kitabında, Batı edebiyatlarındaki örneklerden daha da geriye götürülebilecek örneklere klasik Türk edebiyatında tesadüf edilebileceğini kapsamlı bir şekilde gösterir. Deneysel edebiyatçılar, bir kelimeyi oluşturan harflerin yer değiştirmesiyle yeni kelimeler elde edebilme (anagram), bir metinde bazı harfleri kullanmama (lipogram) gibi teknikler, yenilikler denerler (2010, s. 13-25). 1 Klasik Türk edebiyatında hem buna benzer hem de daha farklı deneysel metinler vardır. Örneğin, bir gazeldeki kelimelerin numaralandırılarak o numaralara göre dizildiğinde farklı bir şiir elde edilen gazel ender gazeller (Koçoğlu, 2016), şiirdeki kelimelerinin ilk harflerinin bir önceki kelimenin son harfinden seçilen müselsel gazeller (Topal, 2017), 98 farklı biçimde okunabilen tek bir beyit (Ciğa, 2000; Egüz, 2001) ya da şiirlerin belli bir şekilde istiflendiği ve bu istifin şiirin anlamı ile irtibatlı olduğu görsel şiir (Şenödeyici, 2012) gibi dikkate değer deneysel metinler mevcuttur. 2 Bu metinler arasında Tökel, belli bir disipline ait terimlerle kurulan şiirleri de alır. Bu bağlamda bölge ve şehir, yemek ve elbise adları; gemicilik, satranç ve musiki terimleri; Kur’an sureleri ve kitap adlarıyla yazılmış şiirlere yer verir. Bu makalenin konusu olan mektuptaki gibi kitap adlarıyla yazılmış şiir örneği şöyle başlar:

“Dilâ nedür sebeb-i men‘-i iktisâb-ı kemâl Binâ-yı ma‘siyete tâ-be-key bu sarf-ı hayâl Beyân-ı muhtasar ile bana nedür maksûd Dem-â-dem eylemeden nef‘i zara istibdâl”

Tökel’in 18. yüzyıl şairi Yüsrî’den alıntıladığı bu şiir aslında bir naattır. Ancak şair kendisine bir sınır çizerek naatını kitap isimleriyle oluşturmuştur. Elbette ilgili kelimeler tevriyeli olarak kullanılmış, seçilen kelimeler ilgili kitapları çağrıştıracak şekilde lugat anlamlarıyla kullanılmıştır. Bu tür deneysel çalışmalara mektup geleneğinde de rastlamak mümkündür. Örneğin, Süleyman Nahîfî’nin (ö. 1151/1738) Arapça sarf ve nahiv terimleriyle yazdığı şu mektuba dikkatimizi verebiliriz: “…’illet-i gurbet derûnumda iken nihâyetinde ‘illet-i süknâ ile sîga-i vücûdum lefîf-i makrûna müşâhebetle emsile-i ‘unsurum ‘ilel [ü] emrâzdan sahîh ü sâlim olmayup te‘âkub-ı kazâ-yı âsümânî ile âlâm u ekdârım muzâ‘af olmağla…” (Ekinci, 2015, s. 283). Bu makalenin konusu olan mektup ise Yüsrî ile Nahîfî örneklerinin kesişim noktasında gibidir. Kitap isimleriyle yazılmış olması yönüyle Yüsrî ile, mektup şeklinde yazılmış olması yönüyle de Nahîfî ile muvafıktır. Mecmualar tarandıkça benzerleri çıkması muhtemel olmakla birlikte mevcut bilgilere göre tek olan bu örnek, mektup geleneği içindeki deneysel ürünlerin ortaya çıkarılmasına vesile olması amacıyla bu makalede incelenecek ve neşredilecektir. 

Mektubun Genel Hususiyetleri

Mektup, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi NEKTY09652 numarada Münşeat Mecmuası adıyla kayıtlı 22 varaklık bir nüshanın 15a varağında bulunmaktadır. 3 Yazı stilleri ve satır sayıları değişkenlik gösteren nüsha, farklı konumlardaki kişilere nasıl mektup yazılacağını gösteren örneklerle doludur. Burada ele aldığımız mektup örneği ise diğerlerinden farklı, klişe olmayan bir örnektir. Mecmuanın müellifi veya derleyeni muhtemelen bu tarz deneysel mektupların da yazılabileceğini göstermek amacıyla mektuba yer vermiştir. Mektup yazarına dair ise bir işaret bulunmamaktadır. Yaklaşık bir sayfa hacminde mensur bir mektup şeklinde kurgulanmış olan metin İslam ilim ve kültürüne dair kaynak niteliğinde olan, Osmanlı ilim çevrelerince de okunan eserlerin isimleriyle yazılmakla birlikte kelime anlamlarıyla da anlamlı bir bütün oluşturabilecek niteliktedir. Klasik dönemde yazılan eserlerin ismi genellikle uzun olduğu için mektupta çoğunlukla ilgili kitabı hatırlatan, kitap isminden seçilmiş bir kelimeye yer verilmiştir. Kısa isimli olanlardan bazıları ise tam olarak zikredilmiştir. Mektupta ana vurgu kitap isimleri üzerinde olmakla birlikte bazı ilmî terimler de bulunmakta ve aynı şekilde tevriyeli kullanılmaktadır. 

Mektubun İçeriği 

Mektup yazarı, kardeşi veya kardeşi gibi gördüğü birisinin erdemli, bilgili, hünerli ve hayır sahibi biri olduğundan sitayişle bahsederek mektubunu başlar ve onun halinden sual eder. Sonra da kendi ahvalinden haber vermeye başlar. Hayatın “gül bahçesinde”4 iyi olduğunu, talebelere dinî dersler vererek İslam’a hizmet etmekle meşgul olduğunu bildirir. Bu da mektup yazarının bir müderris olabileceğini düşündürür. Anlaşıldığı kadarıyla mektup gönderilen, mektup gönderene düzenli olarak kitap temin etmektedir. Hatta mektupta ismi zikredilen eserlerin, müderrisin veya medresenin kütüphanesinde bulunan kitapların ismi olması ihtimal dahilindedir. Bu düzenli ya da düzensiz ama birden fazla gerçekleştiği anlaşılan kitap gönderiminde bu sefer gönderilen Tezkiretü’şşu‘arâ ya da Kenzü’l-hakâyık ve Keşfü’d-dekâyık adlı eserler veya ikisi birdendir. Mektupta bir önceki sefer gönderilen Mir Hüseyin’in -ki burada kastedilen Nişaburlu Mir Hüseyin’in meşhur muamma risalesi olmalıdır- bahçeye, yani kütüphaneye ulaşıp ulaşmadığı sorusuna da cevap verilir. Mektup yazarı, söz konusu eserin gündüz gidip gelip akşam olunca bahçede karar kıldığını söyler. Burada yazarın, kitabın farklı kişilerce kullanılıp veya ödünç alınıp gece olunca yine kütüphanedeki yerini aldığını anlatmaya çalıştığını söyleyebiliriz. Bu sırada kütüphanenin anahtarının Hâcibzâde’de olduğunu, fakat “rûz-ı Hızr” (Hıdrellez) gelince bahçenin usturasız tıraş edilmişe dönüp her tarafı ot bastığını belirtir. Öncelikle Hâcib-zâde’nin kurgusal bir karakter mi, yoksa gerçek bir kişi mi olduğu belirsizdir. 5 Kelime anlamıyla alacak olursak Hâcib-zâde, kapıcının oğlu anlamına gelir. Cümlenin bu iki kanadı birlikte düşünüldüğünde, söz konusu dönemin bolluk getirdiği, bağlam hesaba katıldığında kütüphaneye çok kitap geldiği, ancak -Hâcib-zâde’nin idaresi altında olmasına rağmen- dağınık ve düzensiz bir görüntü sergilediği şeklinde anlaşılabilir. Devamında ise Hıdrellez’den bir gün önce 40 çeşit otun toplanması (Artun, 2007, s. 4) veya bazı dileklerin kâğıtlara yazılıp gül fidanlarının altına gömülmesi (Turan, 2008, s. 96) ritüellerine telmihte bulunuluyor olabilir. Yerdeki otlar sökülerek insanlar dilek kâğıtlarını toprağa gömmüş ve bu işlem o kadar çok yapılmıştır ki otlar her yanda dağınık ve biçimsiz şekilde durmaktadır. Ancak bu her tarafa saçılmış otları veya dilek yazılı kâğıtları bağlamdan hareketle birer kitap olarak düşünürsek Hâcib-zâde gibi birisinin idaresi altında olmasına rağmen bu dönemde kitaplarla ilgili bir karışıklığın zuhur etmiş olduğu anlaşılmaktadır. Neyse ki hediye gelen kitap, gönderici tarafından belli kurallara göre ne eksik ne fazla, kâfi derecede açıklanmış -dolayısıyla bir karışıklığa mahal verilmemiş- ve yazar da açıklamalara ayrıntılarıyla vakıf olmuştur. Burada muhtemelen kitabı ve nüshayı tanıtıcı ve bazı yönlendirmeleri havi bir bilgi notundan bahsedilmektedir. Yazar bu bilgi notunun kendisi için yararlı olduğunu ve hizb-i azam gibi sarığının köşesine yerleştirdiğini belirtir. 6 Bilgi notunun içeriğini biraz daha açıklar ve nottaki açıklamaların görünen durumun yazıya dökülmüş versiyonu olduğunu, kitabın ciltlerinin düzeni ve ödünç alımıyla ilgili bilgiler içerdiğini, çoğaltılması yönünde telkinde bulunulduğunu ve belki bazı maddi kusurlarının var olduğunu anlatır. Ancak gönderilen kitap o kadar değerlidir ki teşrifleriyle yeni geldiği yeri vezirlerin kütüphanesi gibi kıymetli bir hale getirmiştir. Okunmakta olan kitaplar ve içinde anlatılanlar ile kütüphane harika bir yere dönüşmüştür. Yazar, muhatabına eğer gönderilen kitapta anlatılan gönle dokunan hikayeleri akıl yürüterek ve şairlerin ölçüsü aruzu kullanarak o kitabın bir mucize gibi olduğunu ve akıllı kimseleri bilgiye doyurduğunu Allah’ın yardımıyla keşfetme gayretinde olursa, kadıların yardımcısı ve tarikat pirinin vasiyetlerinin yazıcısı olacağını söyler. Burada kitabı özümseyerek okumasını ve hatta nazma çekmesini tavsiye ettiği anlaşılmaktadır, böylece içerik bakımından zahir, manzum olmasıyla da batın ehline hitap edecek bir kitap vücuda getirmesini beklemektedir. Son olarak usturanın (belki ustura gibi keskin kitabın) kıymetlisi çok pahalı olduğu için hem de duruma ve zamana uygun bir hediye olsun diye gönderiminin geciktirilmiş olabileceğini belirtir. Mektubun sonuç kısmında yazar, muhatabının daima mutlu ve sağlıklı olmasını niyaz eder. Ardından o ortaya çıktığından beri ortalıkta dedikodunun eksik olmadığını söyler. Tali meseleleri de cevaplayan bir mektupla beraber gönül kütüphanesinden doğru kitapları seçip göndermesini ister. Gelince onlara da gözü gibi bakacağının altını çizer. Dua temennisiyle mektubu sonlandırır. 

Mektupta Zikredilen Eserler ya da Eğitimli Osmanlıların Okuduğu Kitaplar

Mektup, böylesine bir kurguyu ya da gerçeği ifade ederken, kullandığı kelimeler aynı zamanda eğitimli Osmanlılara bazı eserleri çağrıştırmaktadır, medrese eğitimi sırasında ders kitabı olarak ya da ders dışında bilgi ve görgülerini arttırmak amacıyla okudukları eserleri. Böylelikle mektup, okuyan için hem estetik zevk alacağı hem eğleneceği hem de baştan sona tevriye örnekleriyle dolu bu mektubun yazarının sanat kudretine hayranlık duyacağı bir metne dönüşüverir. Zira 100’e yakın kitap ismini bir sayfalık bir mektupta iki anlama da gelecek şekilde kullanmak ve bir araya getirmek belli bir hüner gerektirir. Tespit edebildiğimiz kadarıyla, mektupta farklı ilim dallarından 96 eser zikredilmektedir. Bu eserlerin bir dökümünü yaptıktan sonra değerlendirmesine geçebiliriz. Osmanlı medrese müfredatı ile ilgili veya medrese talebelerinin tereke kayıtlarından hareketle Osmanlı’da kitap kültürüne dair yapılmış çok sayıda çalışma vardır ve bu çalışmalarda zikredilen eserlerle mektuptaki eserler büyük ölçüde örtüşmektedir. Bir diğer ifadeyle, mektupta işaret edilen eserlerin önemli kısmı medreselerde okutulan ders kitaplarından müteşekkildir. Bununla birlikte listede koyu yazılmış olan eserler söz konusu çalışmalarda ders kitapları arasında zikredilmemektedir. Bu noktada Osmanlı medreselerinde asırlar boyu değişmeden kalmış belli bir müfredat programının söz konusu olmadığını hatırlamakta yarar vardır. Zaman zaman genel bir çerçeve sunulmakla beraber okutulacak kitapların seçiminde dersin hocası muhayyerdi. Dolayısıyla müfredat, hocaların bilgi birikimine ve ilgi alanlarına göre değişiklik gösterebilirdi (Fazlıoğlu, 2013b, s. 213). Dahası, bu mektup, her ne kadar büyük çoğunluğu medreselerde ders kitabı olarak kullanılan eser isimleriyle yazılmış olsa da tamamının böyle oluşturulduğuna dair bir iddia veya emare de bulunmamaktadır. Bahsi geçen eserler o ilim ve kültür ortamında herkesin bilebileceği, tanıdığı eserlerdendir ya da müfredat dışında genel kültür için okunacak türdendir. Dolayısıyla mektuptaki eserleri, sadece ders kitaplarını değil Osmanlı ilmî/edebî kültürünü gösteren birer referans olarak kabul etmek daha isabetli olacaktır. Kitap isimleriyle örülü başka edebî formlarla yazılmış parçalar da vardır. Örneğin Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın (ö. 1194/1780) tertib-i ulum manzumesinde âlim olabilmek için okunması/özümsenmesi gerektiğini düşündüğü eserleri sıralamıştır:

“İlm-i hikemden bil mantık akdem

Îsâgocî bul hıfz it mukaddem Andan Hüsâm Kâtî görürsin

Anunla Muhyiddîn’de yörürsin

Oku Fenârî, Kul Ahmed işit

Bil Velediyye âdâb ile git

Şemsiyye oku hem Kutb-i mantık

Dâvûd u Seyyid bil ol müdekkik”

Müderris Nebî Efendi-zâde (ö. 1200/1786), Kasîde fi’l-kütübi’l-meşhûre fi’lulûm’unda ilimleri belli bir sıra gözeterek başlıklandırmış, her bir ilim başlığı altında o ilimde okunması gereken kitapları zikretmiştir: 

“İlm-i fıkh Hem dahı ‘ilm-i fıkıhdan Mültekâ ile Dürer Var ‘amel eyle ikisiyle sana gayri yeter … ‘İlm-i tefsîr Kâzî Beyzâvî ile Keşşâf’a olgıl mu‘tebir Bunları anlar isen gayrı tefâsir elde bir”

Anonim Manzûme fi tertîbi’l-kütüb fi’l-‘ulûm, Osmanlı medreselerinde okutulan kitap isimleriyle yazılmıştır: 

yle yazılmıştır: “Emsile ezber idüp süregör Maksûd ile maksûduna iregör İzzî okuyup kâideye giregör Merâh’ı bir hoşça bilsen olmaz mı” 

Tüm bu örneklerle girişte bahsi geçen Yüsrî’nin naatı veya bu makalede incelenen mektup arasında önemli bir fark vardır: naat ve mektuptaki kitap isimleri tevriyeli olarak kullanılırken, ilim çevrelerinde okunulanları ortaya döken bu şiirlerde doğrudan ve yalnızca o kitaplar kastedilmektedir. Dolayısıyla bu iki türü birbirinden ayırmak daha doğru olur. Çünkü kitap isimleriyle yazılmış olsalar da tevriyeli metinlerin yazımı daha zorlayıcı olduğundan ayrı bir hüner/teknik gerektirmektedir.  

Mektupta Zikredilen İlmî Terimler

Mektupta, medrese eğitiminden geçmiş Osmanlıların bildiği, farklı disiplinlere ait bazı ilmî terimler de kullanılmıştır. Ancak bunların da tıpkı kitap isimlerinde olduğu gibi terim anlamlarıyla değil, lugat anlamlarıyla kullanıldığı hatırda tutulmalıdır. Kelimelerin lugat anlamında nasıl kullanıldığı EK-2’de, terim anlamları ise takip kolaylığı olması açısından EK-1’de dipnotlarda verilecektir. Ancak burada da zikredilen terimleri kuş bakışı görmek yararlı olacaktır. 

Sonuç

Deneysel metinler, edebiyatta sınırların nasıl zorlandığını ve kendini sınırlayan şair veya yazarın edebî daire içinde kalarak bu sınırların zorluğunun üstesinden nasıl geldiğini gözler önüne seren dikkate değer metinlerdir. Bu makale de Osmanlı edebiyatındaki çok sayıda deneysel metinin yeni bulunmuş bir örneğini ortaya çıkarmıştır. Daha ziyade kitap isimleri ve kısmen ilmî terimlerle yazılmış bu mektup, hem bu unsurları çağrıştıracak hem de lugat manaları düşünülerek okunduğunda anlamlı bir bütün oluşturacak şekilde kurgulanmıştır. Kitap isimlerinin zikredildiği başka şiirler bulunmakla birlikte bu mektuptaki gibi bir tevriyeli olarak kullanılmadıklarından mektubu ve söz konusu şiirleri edebî açıdan aynı kategoride değerlendirmemek gerekir. Mektupta zikredilen 100’e yakın kitap isminin önemli bir kısmının Osmanlı medreselerinde okutulduğu bilinen kitapları işaret ettiği tespit edilmiş ve bir listesi çıkarılmıştır. Bununla birlikte medrese müfredatını inceleyen çalışmalarda rastlanmayan eserler de tespit edilmiştir. Tarih, coğrafya, tabakat, edebiyat alanında yoğunluk kazandığı gözlemlenen bu eserlerin aslında medrese müfredatında olması beklenmeyen, fakat genel kültür açısından besleyici, bilgi ve görgü arttırıcı ve en azından 18. yüzyıl ilim ve kültür çevrelerinde okunan eserler sınıfına girdiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla mektuptaki eserleri salt medrese müfredatına indirgemek yerine, onu da içine alan, dönemin kitap kültüre dair kapsamlı bir vesika olarak kabul etmek daha isabetli olacaktır.

Anahtar Kelimeler :

Paylaş


Yorum Sayısı : 0